Salı, Ekim 18, 2016

"Musul’da ısrarın nedeni iç politikada aranmalı"

Aydın ÇUBUKÇU...
Türkiye Cumhuriyeti siyasal tarihinin cumhuriyetçilerle Osmanlıcılar arasındaki rekabet temaları listesinin en önemli maddelerinden birinin başlığı “Musul Meselesi”dir. Tarihsel, siyasal ve demografik koşullar bakımından Ortadoğu’nun tüm tipik özelliklerini taşıyan Musul, bu karakteri gözetilmeksizin, sırf petrol kaynakları ve stratejik konumu itibariyle de hegemonya ilişkileri bakımından bütün bölge devletlerinin ve emperyalistlerin ilgi odağında olmuştur ve bugün de böyledir.
Büyük Britanya ve Fransa kendi aralarındaki tarihi uzlaşma neticesinde bölgeyi “barış içinde” paylaşırlarken, Osmanlı ve sonra da Türkiye Cumhuriyeti bu pazarlığın dışında kalmış, Musul’daki egemenlik sona ermiş, sonraki bütün siyasi dönemler boyunca da Musul Türkiye için bir iç politika figürü haline gelmiştir. “Musul’u satanlar” ve “bir gün gelip Musul’u kurtaracak olanlar” biçimindeki bölünmenin hiçbir gerçek nesnel temeli olmamasına rağmen, milliyetçiliği kışkırtmak, cumhuriyet rejimine karşı propaganda imkânı yaratmak ve hayal ürünü bir fetihçilik duygusu geliştirmek için kullanılmıştır.
HÜKÜMET GÜÇLENMEK İÇİN MUSUL’U KULLANIYOR
Bugün Musul üzerinden koparılan gürültünün ise, hayli karmaşık koşullar bakımından elbette dış politikayla önemli ilişkisi vardır. Her şeyden önce, günümüz hükümeti Musul da dâhil olmak üzere bölgedeki gelişmelere esas olarak Kürt sorunu açısından bakmakta ve bir ucundan iç politika ile ilişkilendirmektedir. Ancak mesele bundan ibaret değildir. Şu anda gerek iç siyaset, ekonomik durum, devlet düzleminde yaşanan ciddi kriz bakımından hükümet oldukça zayıf durumdadır ve konumunu güçlendirmek için, en gerici, savaş yanlısı ve diktatörlüğü pekiştirmek hevesinde olan çevrelere olan ittifakını pekiştirmek ihtiyacındadır.
Musul aynı zamanda işgali altında olduğu IŞİD güçlerine karşı savaşın da gerekçesi yapılarak gündemde tutulmaya müsait bir konudur ve hükümet bunu sonuna kadar değerlendirmek istemektedir.
Nesnel koşullar ve bölgedeki güç ilişkileri, nüfus yapısı ve uluslararası ilişkiler düzleminde ele alınış şekli bakımından Türkiye güncel hedeflerine ulaşabilme şansına sahip değildir ve bu durum bütün ciddi dış politika yorumcuları tarafından tespit edilebilmektedir. Buna rağmen, Türkiye’nin ısrarla bölgede söz sahibi olmaya çalışmasının anlamını iç politikada aramaktan başka yol kalmamaktadır. Bu yol, her haliyle savaşa yol açacak bir yoldur ve sonunda iç politikada da beklentilerin tümüyle tersi sonuçlar doğuracaktır.
NELER OLACAK?
Olabilecekleri şöyle sıralayabiliriz:
Şu anda başlıca ‘FETÖ’ ve PKK’ye karşı kurulmuş olduğu için ayakta duran ittifak parçalanacaktır.
ABD ve AB ile ilişkiler tamiri mümkün olmayan bir biçimde tahrip olacaktır.
Ekonomik kriz kapıdadır hazırlıklarını tamamlamış olan sıcak para kaynakları ve dış sermaye bunu değerlendirmek üzere harekete geçecektir.
Hükümet, bu çok yönlü krizi, iç politikada daha da baskıcı tedbirler alarak karşılamaya hazırlanıyor.
Sonuç olarak özetle söylenebilecek şey, bu yeni savaş kapısı, ciddi sosyal ve ekonomik bir çöküşe fakat aynı zamanda gericiliğin, diktatörlük hesaplarının dibe batmasına açılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder